Parlak Yıldız: İsmi “suya yazıldı” ve hep orada kaldı…

Juliet’e mektuplar…
12/12/2013
Ece Temelkuran’ın romanı: Devir
01/09/2015
Juliet’e mektuplar…
12/12/2013
Ece Temelkuran’ın romanı: Devir
01/09/2015

İsim suya yazılır ve orada yüzyıllarca kalır mı? Romantik şair John Keats’inki kaldı…

Bright Star
Bright Star

İngiliz romantik şiir akımının önde gelen temsilcilerinden John Keats beni en çok etkileyen şairlerden biri. Kısacık ömrüne sığdırdığı muhteşem şiirleri ve hayatındaki garip tesadüflerle… İşin en hazin yanı, çok genç yaşta, edebiyat dünyasında bıraktığı izi hiç bilemeden ölmüş olması.

Önce bilgilerimizi tazeleyelim… John Keats, orta halli bir ailenin oğlu olarak doğar. Daha 8 yaşındayken bir kaza sonucu babasını kaybeder. Annesi çok geçmeden tekrar evlenir,  onun yokluğunda Keats ve kardeşlerine büyükannesi bakar. Yıllar sonra annesi aileye yeniden katıldığında çok mutlu olsa da, Keats’in sevinci kısa sürer.  Bir yıl içinde onu veremden kaybeder. Yıllar sonra Keats’in küçük kardeşi Tom da bu hastalıktan ölecektir.

Aynı hastalığın bir gün kendi canını alacağından habersiz olan genç Keats günün birinde, bir cerrahın yanında geçirdiği dört yıllık ilaç hazırlama eğitimini bırakıp ruhunun sesini dinlemeye başlar. Şiire olan tutkusu, zamanla onu okuyucu olmaktan yazar olmaya sürükler.

Keats’in tamamen kendi kendini yetiştirdiğini söyleyebiliriz. Homer’den Chaucer’a, Milton’dan Shakespeare’e kadar gelmiş geçmiş pek çok önemli şairin eserlerini okumasının yanında, Wordsworth gibi çağdaşı şairlerin de eserlerini hatmeder. Arkadaşı Charles Brown’ın daveti üzerine bir süre Hampstead’deki Wenthworth Place’de yaşayarak şiir yazmaya devam eden Keats, burada hayatına ve yapıtlarına damga vuracak olan Fanny Brawne’a aşık olur. Fanny Brawne ile John Keats’in ilk bakışta fazla ortak yönü yoktur. Fanny, modaya ve dansa meraklı, eğlenceyi seven bir genç kızdır. Öte yandan Keats’e olan duyguları ve gittikçe büyüyen aşkı yüzünden onun şiirlerini okuyup anlamaya çalıştığı da biliniyor…

Burada Keats’in, şiirlerini anlamakta zorlandığını söyleyen Fanny’ye verdiği cevabı hatırlatmak isterim, çünkü onun şiire bakış açısını anlamamız açısından şu sözlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum:

Şiirin akılla değil, duyularla anlaşılması gerekir. Göle girmekteki amaç hemen karşı kıyıya yüzmek değil, gölün içinde olmak, suyun içinde bulunmanın zevkine varmaktır. Gölü anlamaya çalışmazsın; aklın ve düşüncenin ötesinde bir deneyimdir bu. Şiir de ruhu dinginleştirir ve gizemli olanı kabul edebilmesi için onu cesaretlendirir.”

Eh, öyle değil midir hakikaten? İnsanın şiiri yüreğiyle, ruhuyla hissederek okuması gerekmez mi? John Keats’in de hem hayatında, hem de şiirlerinde romantizmin yoğun etkisini; hissetmenin, duyuların, bireyselliğin ve yaratıcılığın önemini görebiliriz.

Önceleri pek çok kişinin onaylamadığı Fanny Brawne-John Keats aşkı, aslında şaire büyük ilham kaynağı olmuş. O kadar ki, bugün John Keats denilince Fanny Brawne’ın adını anmamak, onların aşkından bahsetmemek imkansız… Tabii burada bir ilginç tesadüf daha dikkat çekiyor:

Keats’ın hayatındaki üç önemli kadının da adı Fanny’ymiş. Annesi, kızkardeşi ve tek büyük aşkı… Bunu psikanalistlerin nasıl yorumlayacağını doğrusu merak etmiyor değilim.

vfbd
Fanny Brawne & John Keats

Hikayeye devam edersek… John Keats büyük aşkına asla gerçek anlamda kavuşamadı. Önceleri onunla evlenebilmek için yeterli maddi imkanı yoktu. Çalışıp şiirlerini satmayı, para kazanıp sevdiği kadına kavuşmayı çok istedi. Ama bu amacına bir türlü erişemedi. Keats’in verdiği bir aile yüzüğüyle kendi aralarında nişanlansalar da, evlenemediler. Uzun ayrılıkları sırasında birbirlerine yazdıkları mektuplar bugün Keats’in şiirleri kadar ilgi görüyor ve belki onu daha iyi anlamamızı sağlıyor.

İstediği başarıya ulaşamayan ve şiirlerinin büyük kitleler tarafından okunduğunu, beğenildiğini göremeyen Keats’in hayatı boyunca üç şiir kitabı yayınlandı. Zaten topu topu üç yıl, 1816-1819 arasında şiir yazdı. Ardından annesi ve kardeşini ölüme sürükleyen veremle savaştığı, gitgide güçsüz düştüğü yıllar geldi. Ve henüz 25 yaşındayken, hastalığının biraz olsun hafiflemesi umuduyla arkadaşlarının daha ılıman bir iklimi var diye gönderdikleri Roma’da hayata veda etti. Son dileği şu sözlerin mezar taşına yazılmasıydı:

Burada adı suya yazılı bir şair yatıyor…

İsminin kalıcı olamayacağını, sudaki bir iz gibi çabucak silineceğini, her şeyin geçici ve unutulmaya mahkum olduğunu vurgulamak istedi bu sözlerle belki.  Ama öyle olmadı. Edebiyat dünyası “adı suya yazılı” bu şairi unutmadı, suda yazılı adını yüzyıllar alıp götüremedi.

5664
John Keats’in mezarı – Roma

Şimdi gelelim sadede, yani bu yazıyı niçin yazdığımın açıklamasına…

2009 yılında, ödüllü Piyano filminin yönetmeni Jane Campion’dan çok güzel bir film hediye edildi sinema dünyasına: Bright Star, yani Parlak Yıldız. John Keats’in Fanny Brawne için yazdığı bir şiirin adını taşıyan bu film, onun kısa süren şairlik dönemini, çektiği zorlukları, Fanny’ye aşkını ve onu ölüme götüren hastalığını anlatıyor. Campion, Keats için şiir gibi bir film çekmiş de diyebilirim. Her karesi, her sahnesi duygulara derinden hitap eden, bir şiirin okudukça insanı içine çekmesi gibi sizi yavaş yavaş içine çeken bir film olmuş Bright Star.  Bakışlar, sözcükler, mimikler, dokunuşlar, hepsi çok önemli. Oyuncu seçimi de çok başarılı. Ben Whishaw  ve Abbie Cornish, doğal, yalın ve minimal oyunculuklarıyla insana neredeyse gerçek Keats ve Fanny kadar inandırıcı geliyor.

Bright Star
Bright Star
bs6
Bright Star
Bright-Star-Foto-Dal-Film-62
Bright Star

Mekanlar hem gerçekçi, hem görsellik açısından büyüleyici. Mevsimler bile olaylara eşlik ediyor sanki. Keats ile Brawne aşkı filizlenirken baharın tüm ihtişamı ve güzelliği sergileniyor, hastalık ve ölüm sahnelerinde ise karlı ve kasvetli kış mevsimi var. Kullanılan müziklerin de etkisiyle, aynı anda hem göze, hem kulağa, hem de yüreğe hitap eden filmdeki her ayrıntı, diğerlerini  destekliyor, vurguluyor.

vvvv
Bright Star
hbgfh
Bright Star
Bright Star
Bright Star

Keats ve Brawne aşkı film boyunca sadeliğin ve saflığın getirdiği büyüklükle hissediliyor. Minik dokunuşlarla öpüşüyor âşıklar. “Dokunmanın hafızası vardır” demiş ya Keats, onu hatırlatırcasına…

Sanki Campion bu söze sadık kalmak istemiş gibi, film tam da ruhumuza dokunup orada izini bırakıyor.

Bright Star
Bright Star
Paylaşmak ister misiniz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir