Ece Temelkuran’ın romanı: Devir

Parlak Yıldız: İsmi “suya yazıldı” ve hep orada kaldı…
26/03/2015
KİTAP YORUMU: Her Şey Bitti Derken – Katja Millay
05/12/2015
Parlak Yıldız: İsmi “suya yazıldı” ve hep orada kaldı…
26/03/2015
KİTAP YORUMU: Her Şey Bitti Derken – Katja Millay
05/12/2015

KİTAP YORUMU: DEVİR – Ece Temelkuran

Dersimiz hatırlamak ve unutmamak…

Söylenecek çok şey var Devir hakkında.

Öncelikle bu roman, anlattığı olaylardan çok onları anlatış şekliyle fark yaratıyor. Kitapta ülkemizin kapanmayan yaralarından biri olan 80 darbesi gibi  çok önemli, ciddi ve üzüntülü bir dönem ilk defa çocuk dili, gözü, aklı ve yüreğinden aktarılmış. Her şeyi farklı kılan ve belki de daha sarsıcı yapan temel unsur da bu zaten, çocuklar anlattığı için hem acı hem tatlı olmuş…

Olaylar film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçerken bu sefer arka fonda çoğu zaman olduğu gibi İstanbul değil, memleketin kalbi, yani başkent Ankara var. Bir de Kuğulu Park ve oradaki kuğular.

Özellikle benim gibi 80’lerde öğrencilik yıllarını yaşamış olanlar için hem unutamadıklarımızı tekrar yaşatması, hem de unuttuklarımızı hatırlatması açısından okunası bir roman. Olaylar çocukların algı çerçevesinde böylesine sade ve çıplak anlatılırken, o zamanlar anlayamadıklarımı – her şeyi ve herkesi – tekrar değerlendirirken buldum kendimi.

bencetatil-devir

Kitabın kahramanları: Ali ve Ayşe

Ali gecekondu mahallesinden bir çocuk, Ayşe ise apartman dairesinde yaşayan hali vakti yerinde bir ailenin kızı. Ali’nin çevresi anne ve babası da dahil olmak üzere solcu abiler ve ablalar ile dolu. Ayşe’nin annesi eski bir solcu. 71 Muhtırası zamanı hapse giriyor ve işkence görüyor. Sonra o zamanlar birlikte olduğu devrimci sevgilisini terkedip, o çevreden uzaklaşıyor ve başka biriyle evleniyor. Artık meclis arşivinde devlet memuru olmuş. Ayşe’nin babası solcu devrimcilerden yana olmasına rağmen aktif olarak olaylara katılmayan bir adam.

Ali’nin annesi Ayşe’lerin evine temizliğe gitmeye başlayınca bu iki çocuğun yolları kesişiyor. Birbirlerinin dünyasını tanıyıp, yakınlaştıkça, birbirlerine benzemeye başlıyorlar biraz da. Sırlar paylaşıyorlar aralarında. Koruyor, kolluyorlar birbirlerini. Ali Hayat Ansiklopedisi’ni okuyabildiği için çok şey biliyor ve Ayşe ona çok güveniyor. Ali de onu çok cesur ve akıllı buluyor. Ayşe karakolda olan olayları ve sokaktaki çatışmaları oyun zannederken, yaşadığı çevredeki olaylar sayesinde vaktinden önce büyümüş olan Ali, Ayşe’ye gerçekleri anlatıyor. Bu iki çocuk arasındaki bağ çok sıcak, çok içten aktarılmış.

Tüm bu çatışmaların ve ölümlerin ortasında, olayları kendi çocuk dünyalarında yorumlamaya çalışan Ali ve Ayşe, kulak misafiri oldukları bazı konuşmaları çocuk aklı ile yorumlayarak, kendilerince devrim yapmaya karar veriyorlar. Öncelikle meclise kelebeklerin giremediklerini duyuyor ve meclise kelebekleri sokmaya karar veriyorlar. Eğer sokabilirlerse meclis güzel bir yer olacak, güzel insanlar da girebilecektir oraya.

Sonra Kuğulu Park’taki kuğuların ameliyat edilip kanatlarının kırıldığını öğreniyorlar. Ölen bütün devrimci abi ve ablaların kuğu olup uçacaklarına inandıkları için de, parktaki kuğuları kanatları kesilmekten kurtarırlarsa, devrimci abi ve ablalarını da kurtaracaklarına inanıyorlar.

Böylece iki çocuk kendi devrimini yapıyor usulca – küçük ama kocaman bir devrim aslında…

Burada bir metafor var sanki. Yani kuğuların kanatları kırıldığında uçamamaları, hatta uçma isteklerinin yok olması ile darbe dönemlerinde insanların direniş veya devrim gibi eylemleri bir daha denememeleri için kollarının kanatlarının kırılacak şekilde uygulamalar yapılması, bir daha öyle bir hayat istememelerinin sağlanması arasında bir benzerlik, bir gönderme…

Ece Temelkuran, Gezi döneminde Ankara’daki kuğuları gazdan kurtarmaya çalışan çocuklar ile ilgili haberleri okuduğunda böyle bir hikaye kurmuş kafasında. Yani kuğuları kurtaran çocuklar sadece o zaman değil, günümüzde de varlar…

1043333_620x410

Devir’i algılamak…

Devir, bize geçmişten 12 Eylül’e nasıl gelindiğini anlatırken, bazı gerçekleri ince ve derinden işliyor ruhumuza ve böylece biz aynı zamanda  o noktadan bugüne nasıl gelindiğini de algılamaya başlıyoruz.

Devir, bir taraftan hakikaten bir “devri” anlatıyor ama aynı zamanda “devredilen” bir mirası da sergiliyor. İşte bu bağlamda düşünüldüğünde Devir kesinlikle bir dönem romanı ve 80’lerde geçen bir hikaye gibi algılanmamalı. Devir, tüm zamanları kapsayan acı, baskı, değişim ve devrim konularına çocukların dünyasından bakarken açılan pencerede memleketin geçmişten bugüne tüm hallerini seyretmek gibi bir deneyim aslında.

Geçmişte kalmış bir dönemin ve unuttuğumuzu sandığımız her şeyin aslında hiç de unutulmadığını ve hatta hepsinin evrilerek bugünümüze uzanıp, “şimdi”nin önemli bir belirleyicisi olduğunu fark etmemizi sağlıyor kitap. Bugünün aslında geçmişten ne kadar çok beslendiğini anlıyorsunuz.

Devir’i okurken…

Devir’i okumaya başladığımda, “bu roman farklı galiba” dediğimi hatırlıyorum. Kitabın kapağını ilk açtığımda, Bölüm 1 yerine Ünite 1 çıktı karşıma. Şöyle bir karıştırdım ileriki üniteleri, Ailemizi Tanıyalım, Mahallemizi Tanıyalım, Ahlak Bilgisi, Yurttaşlık Bilgisi gibi başlıkları var. Kısacası, daha kitaba elim değer değmez okul çağlarıma ve ders kitaplarıma doğru bir yolculuk yaptım zamanda.

Sonra okumaya başladım merakla ve sayfa sayfa o kadar farklı duygular yaşadım, o kadar çok düşüncelere daldım ki.

Romanı okurken…

Güldüm…

Tabii bu biraz korkunçlu olabilir… (Ali)

Pek acıklı oldu. Sanacaklar ki balık yemeye değil de bir levreğin cenaze törenine gelmişiz. (Sevgi)

Gırgır’da da yazmışlar bu hafta: Japonlar Çorum Katliamından çok rahatsız diye. (Samim)

Bizim rezilliklerimiz adamlara harakiri yaptıracak olsa gezegende Japon kalmaz Samim… (Aydın)

Bak Ali, kuğuyu küvete koyduk. Darbe oldu ama biz kuğu yüzdürüyoruz Aliciğim. (Aydın)

Ağladım…

Sevgili gibi bakmayı öğrenemeden almışlardı ikimizi de içeri… (Sevgi)

71’de beni cezaevine aldıklarında niye cezaevine gelmedin anne? Beni nasıl bıraktın orada? (Sevgi)

Ben giderdim de… Ben de mi içimden dersini alsın diye geçirdim acaba? Fakat nereden bileceksin? İşkence mi duyduk o zamana kadar? Hem de gencecik kızlara… (Nejla Hanım)

İnsan belki hiç konuşamaz bir kere susarsa. Kuğu gibi dili dışarda kalır, ses çıkmaz. (Ali)

Pata pata pata… Hüseyin Abi ile Birgül Abla uçmaya başladı… Bu gece kuğuları kurtarmalıyız. Hüseyin Abi’yle Birgül Abla yere konmadan… (Ali)

Gülsem mi ağlasam mı bilemedim…

Ali ile Ayşe: “Direniyoruz artık biz”

Ama bugün oyun oynamıyorlar karakolda… (Ayşe)

Oyun değil ki bu! (Ali)

Biz haberlere üzüldüğümüz için başka türlüyüz… (Ayşe)

Düşündüm…

Zulüm karşısında halkımın tepkisi: Zalime direnmek değil, zulmü, kendinden de güçsüz olana yöneltmek! (Aydın)

Bir melanet var bu memlekette. Bir esas neden var. Bu memleketin sularına karışan kanın bir ilk nedeni… (Aydın)

Kendini koruyanlarla kendini ateşin içine atanlar aynı hızda yaşlanmıyor… (Önder)

Bak bu toprağın tarihinde en yüceltilen şey hayatta kalmaktır biliyor musun Ali! Pusuculuk, kurnazlık, ikiyüzlülük… Bunlar hep hayatta kalmanın bu kadar değerli olmasından dolayıdır. Bazıları kendini feda eder, ötekiler de izler, bekler ki yangın geçsin, yananlar yansın, memleket onlara kalsın! (Hüseyin Abi)

Zamanın tozunu yutmuyorsan bedelini ödersin. Zamanın tozunu yutunca da bedel ödersin de… O yutmadığın toz, ödemediğin bedel, her ne ise işte burnundan fitil fitil gelir. Getirirler! (Aydın)

Hatırladım…

Hafta Sonu Gazetesi / Ses Dergisi / Cin Ali kitapları / Hayat Ansiklopedisi

Zetina dikiş makinesi / Samsun sigarası

Banker Kastelli

Komiser Kolombo / Dallas / Uykudan Önce

Bülent Ersoy / Zeki Müren / Nesrin Sipahi / Seyyal Taner / Behiye Aksoy / Füsun Önal

Gar Gazinosu

Honki ponki torino / Aman petrol, canım petrol / Van vey tikıt (One way ticket)

Magazinsel ögeler

2(189)

Roman dönemin siyasi boyutunu anlatırken magazinsel ögelere de bolca yer veriyor. En çok da Bülent Ersoy meselesi tartışılıyor o zamanın insanları tarafından. Hem solcusu hem sağcısı Bülent Ersoy’un bu kadınlık-erkeklik meselesinde nerede durduğunu sindirememiş içlerine.

“Sakladığın sürece her türlü günahı işleyebilirsin.” deniyor romanda, yani Bülent Ersoy’un cinsel tercihleri değildi asıl mesele, sorun bunu Zeki Müren gibi saklamaması idi.

Zeki Müren kaç kadınla birlikte olduğunu anlatırken ne kadar inandırıcılıktan uzak olduğu tartışılmazdı ama Bülent Ersoy’un saklamadan bu dönüşümü yaşaması herkesin derdi olmuştu. Devrimci abi ve ablalar gibi ona da çeki düzen verilmesi gerekiyordu.

Benzetmeler – Tüm duyular ile çağrışım

Domates gibi gülmek tarzında benzetmeler sıkça var romanda. Bir de Ayşe her duygu için bir koku türetiyor. Salon üzüntülü kokuyor, onun deyimiyle. Ama ailesi mutlu olunca ev çiğbörek kokuyor mesela. Olayları umursamayan neşeli komşuların evi ise kokulu silgi kokuyor. Ayla Abla ve Samim Abi için ise şöyle diyor: “Onlar Samim abiyle öpüştükleri için değişik kokar o; ayıp gibi ama gülmeli bir şey.”

Sadece kokular değil tüm beş duyuyla tarif ediliyor bazen kişiler, olaylar ve mekanlar. Ayşe “ev uyku kokuyor” derken, Ali “bu uyku sesi” diyor.

Bütün bunlar tüm duyularımızı kullanarak geçmişi daha kolay hatırlamamıza fayda sağlıyor.

Unutmadıklarımız ile hatırladıklarımız arasındaki fark nedir?

İşte bu soruyu Ayşe annesine, Ali ise Hüseyin Abi’sine soruyor romanda, dolayısiyle siz de kendinize soruyorsunuz aynı soruyu.

Sevgi: Bak Ayşe, buraya yazılan her şeyi koyuyoruz ki, sen büyüyünce, bütün çocuklar büyüyünce öğrenin ne yaptığımızı! Hatırlamanız için yani. Unutmayın diye…

Ayşe: Anne, unutmamakla hatırlamak aynı şey, de mi?

Sevgi: Aslında.. şey… Galiba değil… Sonra anlatırım ben sana onu. Bakalım neleri hatırlayacaksın? Neleri unutmayacaksın?…

İnce bir çizgi var arada ama önemli bir çizgi o. Bazı şeyleri asla unutamayız, içimize fena işlemiştir. Bazılarını ise unutur ya da unutturuluruz ve ancak bir vesile ile hatırlarız. Devir, biz hiç unutmayalım, hep hatırlayalım diye yazılmış sanki…

Kitap Can Yayınlarından çıkmış. 493 sayfalık uzunca bir roman bu. Zaman zaman bırakıp, sonra tekrar elime alıp devam ettim açıkcası. Okuması o kadar akıcı ve kolay değil, durup düşünüyorsunuz çünkü.

Ama başladım, bitireyim ki mesajını anlayayım dediğim bir kitaptı. Sonunda iyi ki de okumuşum dediğim bir kitap oldu.

Keyifli okumalar…

Dilek Vidana Tavaşoğlu

#herkitapbirbaşkadünyayaseyahattir

İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi mezunu. İstanbul Teknik Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu Okutmanı. Öğretmenlik, çevirmenlik, editörlük, yazarlık hepsi denendi ama tabii yetmedi, sürekli yeni ve farklı bir şey yapma arzusu ile ortaya karışık aktiviteler eklendi. Tiyatro kurslarına gitmeler, dublaj dersi almalar, falan filan. Belki de Yay burcu olması nedeniyle haddinden fazla meraklı ve kesinlikle her türlü makul sınırın çok ötesinde gezip tozma, keşfetme delisi. Kendisi gibi gezgin ruhlu Hür Tavaşoğlu ile evli. Evli ama çocuksuz : ) "Bence tatil bana özel, biraz değişik, biraz da sürprizli olmalı" diyerek başladığı ve gezilerini anlattığı “Bence Tatil” sitesi Hürriyet Gazetesinin 2013 Bumerang Blog/Websitesi Yarışmasında birinci oldu. Öğretme ve anlatma meraklısı olduğu için her konuda ille de söyleyecek birşeyi var. O yüzden de bu sitede kendisinden sadece gezi yazıları değil, kah kitap yorumu, kah film veya dizi tavsiyesi de bulabilirsiniz, şaşırmayın.

Paylaşmak ister misiniz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir