Amerika Gezim – Bölüm 8 – New York
Dilek Hamutçu Baykal yazdı…
Ve sonunda New York’tayım. Tabii ilk gördüğüm şey Statue of Liberty, yani Özgürlük Anıtı değildi ama yazıya şehrin simgesiyle başlamak bana doğru geldi 🙂
Liberty Island
Otel rezervasyonumu önceden yapmıştım, Times Square’e yakın olduğunu ve Broadway’de olduğunu biliyordum. İlk defa heyecanlıydım, şehrin büyüklüğü ve karışıklığı gözümü korkutuyordu. Derken trenden indim, 15 dakikalık yürüyüşle otelime vardım. Tabii elimde otelin adresi bir sürü kişiye sorduktan sonra… Yazım ne yazık ki gezme sırama göre değil, burada 6 gün kaldım, kafama göre gezdim, takıldım. Şimdiden affınıza sığınıyorum.
Eğer New York’ta sadece sokaklarda yürümeyeyim, vaktim var daha detaylı gezeyim diyorsanız New York Pass yada City Pass alabilirsiniz. New York Pass içinde chip olan dilediğiniz kadar gün satın alıp yükletebileceğiniz ve 80 tane yer gezebileceğiniz bir kart. Eğer ben çok hızlıyım, sabahtan akşama çok şey yaparım, param da var (1 günlüğü 109 dolar 3 gün 239 dolar vb.) diyorsanız tercih edebilirsiniz.
Tabii bu kadar para ödeyince bazı indirimler alabilir, sıra beklemezsiniz. Ben City Pass aldım. City Pass alınca 9 gün içinde sizin adınıza verilen bilet koçanında olan 6 yere girebilirsiniz. Dikkat edin bileti gittiğiniz yerdeki görevlinin koparması gerekiyor ve bilet almak zorunda olmadığınız için uzun kuyruklardan da kurtuluyorsunuz. Bu yerler 1-Empire State Building 2- American Museum of Natural History 3-The Metropolitan Museum of Art 4-Top of Rock Observation Deck ya da Guggenheim Museum 5-Statue of Liberty ve Ellis Island ya da Circle Line Sightseeing Cruises 6-9/11 Memorial & Museum ya da Intrepid Sea Air & Space Museum.
City Pass’e 114 dolar ödedim ve 83 dolar kazanmışım kayıtlara göre. Nereden satın alabilirim derseniz Times Meydanı’nda City Pass satılan bir yer var.
Ben öncelikle Statue of Liberty ve Ellis Island Parkı’nı tercih ettim. Fazla vakti olmayanlar buraları tekne ile de gezip görebilir. Bu turlar Battery Park’tan başlıyor. Deniz kenarında olan bu park adını buraya yerleştirilmiş toplardan almış.
Tekne yolculuğu çok zevkli ve heyecan doluydu. Yıllardır kitaplarda okuduğunuz, filmlerde gördüğünüz şeyi yaşamaya az kalmış, daha ne olsun…
Fransızların Amerikan halkına hediyesi olan Özgürlük Heykeli, heykeltraş Frederic-Auguste Barthold’ un eseri bütün dünyanın özgürlüğünün simgesi olmuş. Başkan Grover Cleveland tarafından 28 Ekim 1886’da açılmış ve dikilişinin 100. yıldönümünde restore edilmiş. Ben içine girip müzeyi dolaşmadım, bildiğim kadarıyla öncesinden randevu almak gerekiyormuş. Yine bildiğim kadarıyla meşaleyi çevreleyen seyir terası güvenlik gerekçesiyle kapalıymış.
Heykelin yerden meşaleye kadar yüksekliği 93 metreymiş. Ağırlığı ise 200 tonmuş. Girişten 354 basamakla taç kısmına çıkabilirmişsiniz. Kaidenin üstünde Emma Lazurus’un şiiri kazınmış: “Yorgun, yoksul, bir araya toplanmış insanları getirin bana; özgürce soluk almayı özleyen insanları”
Heykelin etrafında dolaşırken New York’un güzel manzaralarının da tadını çıkarabilirsiniz.
Heykel sağ elinde bir meşale sol elinde ise bir tablet tutuyor. Tablete 4 Temmuz 1776 yılında kabul edilen Amerika Özgürlük Bildirgesi kazınmış. Tacında 25 tane pencere varmış. Tacın üstündeki 7 ok yedi kıtayı ve yedi okyanusu temsil ediyormuş. Burayı yılda yaklaşık 4 milyon kişi ziyaret ediyormuş. Bu arada Eyfel Kulesinin yılda 6 milyon, London Eye’ın ise 3.5 milyon ziyaretçisi varmış. Heykelin dışı bakırdan yapılmış ve oksitlenme sonucu yeşil renge dönüşmüş. Fikir Fransız Eouard de Laboulaye’den çıkmış ve demiş ki, “Amerika’nın hem özgürlüğünü ilan ediş zaferini hem de esirliğin yasaklanmasını kutlayacak bir heykel hediye edelim.”
Bu arada heykelin yapılışında 300 değişik çeşit çekiç kullanılmış. 1929 ve 1932 yıllarında 2 kişi kendilerini heykelden aşağıya atarak intihar etmiş. Heykel 16 yıl boyunca deniz feneri olarak kullanılmış.
Ellis Island
Önceleri adı Bedloe Adası olan, Liberty Island’dan ayrılma zamanım gelince rotayı Ellis Adası’na çevirdim. Burası çok acıklı hikayelerle dolu bir yer. Daha önce de bununla ilgili filmler ve belgeseller izlemiştim. Ben her ne kadar acı verselerde gerçek olayların yaşandığı yerleri gezmeyi ve empati kurmayı daha çok tercih ediyorum, kitap tercihlerim de böyle. Krakow’da Auschwitz-Birkenau kampları, Amsterdam’da Anne Frank’ın evi, Saraybosna’daki Hayat Tüneli unutulmazlarım arasındadır. Amerikan nüfusunun yarısının köklerini 1892 yılından 1954 yılına kadar göçmen kabul merkezi olarak hizmet veren bu adada bulabilirsiniz. Tarihin en büyük göç dalgasında, yaklaşık 12 milyon göçmen bu adanın kapılarından geçerek ülkeye dağılmış. Şu andaki ABD nüfusunun yaklaşık %40 nın geçmişinde buradan yolu geçmiş ataları var. Binadaki Büyük Salon ve Kayıt Salonuna yayılan Ellis Island Immigration Museum’da göçmenlerin öyküleri kendi seslerinden kayıtlar ve fotoğraflarla anlatılmış.
Bagaj Salonunda göçmenlerin yanlarında getirdikleri eşyalar burada kontrol ediliyordu. Yatakhanelerde erkek ve kadın göçmenler ayrı bölümlerde yatıyorlardı ve muayene odasında bulaşıcı hastalık taşıdığı tespit edilenler, eski suçlular kabul edilmiyor ve ülkelerine gönderiliyordu. Ülkelerindeki ekonomik ve politik eziyetlerden, dini baskılardan, savaşlardan, açlıktan kaçıp büyük umutlarla şanslarını bu yeni dünyada denemek için gelen maceraperestler arasında Almanlar, İngilizler, İrlandalılar, Çekler, Suriyeliler, Slovaklar, Yunanlar, Türkler ve İtalyanlar gibi çok farklı milletlerden insanlar varmış. Her gün yaklaşık 5000 ila 10000 arasında göçmen geliyormuş. Buradan çıkanlar biletlerini alıp ülke içinde yerleşecekleri yerlere gidebiliyormuş. Bu arada en pahalı bilet ise California için olanıymış. En yoğun göç ise 1.004.756 kişiyle 1907 yılıymış. Girişte 29 soru soruluyormuş ve yanlarında en az 18 dolarları olsun isteniyormuş. Ellis Adasına gelen ilk göçmen daha önce buraya göç etmiş anne babasıyla biraraya gelmek için iki erkek kardeşiyle Atlantik Okyanusu’nu geçen 15 yaşında İrlandalı Annie Moore isimli bir genç kızmış. Hatta Ada komisyonu Annie’ye 10 dolar değerinde bir parça altın hediye etmiş.
Adanın son sahibi Samuel Ellis’miş. 1800’lerin başında ada, hüküm giyen korsanların, suçluların ve asi denizcilerin asıldığı ve sergilendiği bir yermiş bu yüzden de Gibbet (darağacı) Island olarak adlandırılmış. Daha sonra 1839 yılındaki son asılma olayından sonra Ellis Adası olarak değiştirilmiş. 2. Dünya Savaşı sırasında silah deposu ve asker eğitim yeri olarak kullanılmış. Ada 1976 yılında halka açılmış ama restorasyonların bitmesiyle esas 1990 Eylül yılında açılışı yapılmış. Yılda yaklaşık 3 milyon kişi ziyaret ediyormuş.
Hükümet Ellis Adasını Ellis ailesinden satın aldığı zaman 3.3 dönümmüş fakat New York metrosunun yapım süresinde 9 katı kadar büyümüş. Liberty Island Ellis Island, Black Tom Island, Oyster Islands olarak da biliniyormuş. Yaklaşık 30 yıl süre içinde gelen 12 milyon göçmenden %2 si geri gönderilmiş, 3500 civarında kişi de adada ölmüş. 1920’den sonra göçmen işlemleri elçilikler tarafından yapıldığı için işlevini kaybeden bu yer müzeye dönüştürülmüş.
Binayı dolaşıp, duvarlarda asılı fotoğraflara bakıp, hikayelerini okurken insanın içi ürperiyor, ama bir düşünüyorsunuz ki aslında günümüzde değişen pek de bir şey yok. İnsanlar yine aynı nedenlerlerden dolayı ülkelerini terkediyorlar başka ülkelere sığınıyorlar ya da şanslarını değişik yerlerde denemek istiyorlar, içim bir kez daha acıdı ve üzüldüm.
Müzedeki soğuk ruhsuz odalar ve göçmen fotoğrafları…
Fotoğraflara bakınca göçmen çeşitliliği hemen farkediliyor.
Burası Büyük Salon’dan bir görüntü. Kayıt salonunda işlemlerin tamamlanmasını burada bekliyorlarmış. 1911 yılında salona demir dayanaklar yerine tahta sıralar yerleştirilmiş.
Bu da müze penceresinden New York manzarası.
Müze içinde bir de elektronik veri tabanı oluşturulmuş, burada 30 dakikalık görüşmeye 7 dolar ödeyerek aile ağacınızla ilgili bilgilere ulaşabilirsiniz.
Haydi şimdi şehrin içine gidelim biraz…
Wall Street
Battery Park’tan kısa bir yürüyüs sonrası karşıma Charging Bull isimli meşhur Boğa heykeli karşıma çıktı. Modern dönemin en önemli heykeltraşlarından Maestro Arturo Di Modica tarafından yapılmış. Bronzdan yapılmış bu boğanın burnundan kuyruğuna dek olan uzunluğu 5 metre, ağırlığı ise 3.5 tonmuş. İtalyan sanatçı kendi cebinden 350.000 dolar harcayarak yaptığı bu heykeli 15 Aralık 1989 yılında, sabaha karşı gerekli izinleri almadan 30 arkadaşının yardımıyla New York Borsa binasının tam karşısına yerleştirmiş ve hikaye başlamış. Sanatçının kendisi hiç borsada oynamamış ama borsa ne zaman düşse boğa niye işe yaramıyor diye sorarlarmış. Bu arada heykelin bakım giderlerini hala kendisi karşılıyormuş ve 1987’deki borsa çöküşünün sonrasında umudun ve gücün simgesi olsun istemiş.
Ve az ilerisinde Wall Street’deki Borsa Binası’nın önündeyim…
9/11 Memorial ve Müzesi
Wall Street’den yürüyerek 9/11 Memorial ve Müzesine geldim. Herhalde 11 Eylül 2001’deki Dünya Ticaret Merkezine yapılan terorist saldırısını hatırlamayan yoktur. Bu saldırının anısına bu alana 2 tane bronz havuz yapılmış. Havuzun çevresinde hem bu saldırıda hayatlarını kaybeden yaklaşık 3000 kişinin hem de 26 Şubat 1993’de yine teroristler tarafından öldürülen altı kurbanın da isimleri yer alıyor.
Havuzların her biri yaklaşık 4000 metrekare yer kaplıyor. Bir zamanlar yerinde İkiz Kulelerin olduğu havuzların dizaynı için 2003 yılında düzenlenen yarışmaya 63 milletten 5200’den fazla müracat olmuş; ancak Michael Arad ve Peter Walker’ın projeleri seçilmiş. Amerika’nın en büyük yapay şelalesinin suları dört bir yandan havuza akıyor ve havuzlar yitirilen yaşamları ve saldırıların yol açtığı fiziksel boşluğu simgeliyormuş.
Müzenin içi çok etkileyici, bizim de ülke olarak çok acı çektiğimiz bir konu olması nedeniyle çok rahat empati kurabiliyorsunuz ve göz yaşlarınızı tutamıyorsunuz.
Müze içinde İkiz Kulelerin kalıntılarını, kurbanların eşyalarının, fotoğrafların sergilendiği bölümleri görebilirsiniz.
İkiz Kuleler 1973 yılında açıldığında dünyanın en yüksek yapılarıydı ve kısa sürede New York’un en önemli simgelerinden biri oldu. 7 Ağustos 1974 tarihinde Philippe Petit iki kule arasına çekilen ipte yürümüş ve 1 saat boyunca unutulmayacak bir görüntü sunmuştu.
En etkileyici bölümlerden biri ise özel bir alanda gösterilen kısa videolardı. Kurbanları tanıtan fotoğraflardan ve ses kayıtlarından oluşan bir film hazırlamışlar.
11 Eylül 2001 sabahı ABD, dünyanın en büyük terör saldırısına uyanmıştı. 19 terörist, Boston, Newark ve Washington’dan kalkıp San Fransisco ve Los Angeles’a giden dört yolcu uçağını kaçırarak New York’taki ikiz kulelere ve Virginia’daki ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a çarpmıştı. İlk uçak Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey kulesine çarpmış ve saldırıdan 102 dakika sonra bina yerle bir olmuştu. İlk saldırıdan 17 dakika sonra ikinci uçak güney kuleye çarpmış ve 56 dakika sonra bu bina da aynı şekilde yerle bir olmuştu.
İkiz Kulelerin terör saldırısında yerle bir edilmesinden sonra bu bina yapılmış. Yapımına 2006 yılında başlanan ve 2013 yılında bitirilen Yeni Dünya Ticaret Merkezi, New York’un ve Batı Yarımkürenin en yüksek, dünyanın ise 6. en yüksek binası.
Brooklyn Bridge
Şimdi Brooklyn Köprüsü üstündeyim. Burası bence New York’un en güzel yeri. Kaldığım süre içinde iki kez gittim, karşıdan karşıya geçtim. East River üstündeki bu köprü Brookly ile Manhattan’ı birbirine bağlıyor. O zamanlar New York’un bu iki bölgesi iki ayrı şehirmiş. Yapımına 3 Ocak 1870 yılında başlanmış ve 13 yıl sonra 24 Mayıs 1883’de tamamlanmış. Hem o zamanın en uzun köprüsü hem de çelikten yapılan ilk köprüsüymüş. Dünyanın 8. harikası gözüyle bakılmış. Bence haklılar…
Siz üstte yürüyorsunuz yanınızdan yayalar, bisikletliler geçiyor, altta trafikte seyreden arabalar, 2 tarafınızda New York manzaraları…
17 Mayıs 1884’de köprünün sağlamlığını kanıtlamak için üstünden 21 tane fil geçirmişler. Köprünün baş mimarı Roebling’in bacağı 1869’da köprüyle bir ferotun arasında kalmış, doktora gittiğinde kesmeyi önermişler reddetmiş ve 1 ay sonra da tetanozdan ölmüş. Yerine oğlu geçmiş ama şansı onun da iyi gitmemiş ve yapım sırasında daldığı sırada basınçtan etkilenip yatalak olmuş. Ama aile de en az şanssızlıkları kadar inatçı da çıkmış, aynı aileden başka bir Roebling köprünün yapımını bitirmiş.
Köprünün uzunluğu 1825 metre, genişliği 26 metre yüksekliği ise 84.3 metreymiş. Çok soğuk günlerde kabloların genleşmesi sonucu köprü 9 cm kadar yükseliyormuş.
Amerikalı ünlü şair Walt Whitman araç yolundan 5.5 metre yükseklikteki bu yolun manzarası için şöyle demiş: “Ruhumun aldığı en iyi, en faydalı ilaç”…
New York sokaklarında bol bol bu arabalara rastlayabilirsiniz. Bir bunlardan, bir de 1 dolara soğuk su satanlar ile tur otobüslerine bilet satanların tacizlerinden bir süre sonra sıkılıyorsunuz.
Aslında 7 günlük ulaşım için pass bilet aldım ama pek kullanamadım. Trafik tek kelimeyle berbat, İstanbul trafiğine bin basar. O yüzden otobüs deneyimlerim fiyaskoydu, metroya alışamadım bana fazla karanlık ve ruh karartıcı geldi. Adet yerini bulsun diye 2-3 kez New York taksisine bindim, ama en çok bol bol yürüdüm.
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’ne (American Museum of Natural History) City Pass’ta olduğu için gittim diyebilirim ama ilgisi olanlar ve çocuklu ailelere samimiyetle öneririm. Müze girişinde size seçip, içeride ücretsiz seyredebileceğiniz kısa bir film için de bilet veriyorlar. Bu arada burası dünyanın en büyük doğa tarihi müzesiymiş. 1877 yılında açılmış müze birbirine bağlı 25 binadan oluşuyor. İçinde bir kütüphane, 46 sergi salonu ve araştırma labaratuvarları var.
Seyretiniz mi bilemem ama baş rolünü Ben Stiller’ın oynadığı Müzede Bir Gece (Night At The Museum) filmi burada çekilmiş.
Yılda 5 milyon ziyaretçisi olan bu müze dünyadaki en büyük müzelerden biriymiş. Müze içinde 32 milyonun üzerinde parça sergileniyormuş. Bu arada Müze Central Park’ın karşısında.
Ve Central Park… Keşmekeşin, yoğun trafiğin, kalabalık şehrin ortasında serbestçe girebileceğiniz, yürüyüş yapabileceğiniz, banklarda ya da çimenlerde oturup kafanızı dinleyeceğiniz, kitap okuyup sessizliğin tadını çıkarabileceğiniz cennetten bir parça sanki. Kıskandım doğrusu…
Manhattan bölgesinde yer alan bu parkta yürüyüş yaparken yapay göllere, at binilen yollara ve otuzdan fazla köprüye rastlayabilirsiniz. Yürüyüş yapılan patikaların toplam uzunluğu 109 kilometreymiş. Park ise 3.41 km2 lik bir alanı kaplıyormuş.
Bütün yıl açık olan bu parka yıllık ortalama 37.5 milyon kişi geliyormuş. Bir zamanlar bataklık olan bu alanı böyle bir parka çevirmek 10 yıl sürmüş ve 3000 işçi çalışmış. İçinde 25.000 ağaç varmış. Ayrıca 1997 yılının Ağustos ayında en kalabalık seyircili konser rekoru burada kırılmış. Country şarkıcısı Garth Brooks 980.000 kişiye bedava konser vermiş.
İsterseniz kayık kiralayabilir ve gezebilirsiniz. İçinde çocuklarınızı götürebileceğiniz küçük bir hayvanat bahçesi, dönmedolap ve 21 tane oyun parkı var. Ayrıca hotdog ya da dondurma alabileceğiniz büfe tarzı yerler de var.
Burası Consevatory Water… Burada Mart ve Kasım ayları arasında her Cumartesi model tekne yarışmaları düzenleniyormuş.
Kuş sesleri ve size sürpriz yapan sincaplar eşliğinde yürüyüşler yapabileceğiz patika yollar, karşınıza çıkan güzel manzaralar da bonus. Ne diyeyim keşke daha çok vaktim olsa gezecek o kadar çok yerim, planım olmasa da doya doya gezebilseydim her yerini…
Central Park biraz bana Londra’daki Hyde Park’ı anımsattı. Kıskanmakta haklıyım değil mi?
Strawberry Fields, en fazla ziyaretçi çeken yerlerden biriymiş ve bu civarda yaşamış olan John Lennon’ın anısına yapılmış.
Alice Harikalar Diyarında, Cheshire Kedisi, Şapkacı ve Fındıkfaresi gibi dostlarıyla bu bronz heykelle ölümsüzleştirilmiş.
Bunlar da müze dükkanında rast geldiğim güzel çini objelerimiz.
Daha önce de paylaşımlarımı okuyanlar bilirler yemek fotoları fazla paylaşmıyorum ve bunun 2-3 nedeni var. Çok iştahlıyım yemek görünce foto aklıma bile gelmiyor hemen başlıyor da olabilirim ama işin aslı tek başına gezerken uzun yemeklere para ve vakit harcamayı tercih etmiyorum.
Seyahatimin öncesinden beri hayalini kurduğum ve çok ama çok istediğim şeyi nihayet burada yaptım: Bir müzikale gittim! Zorlu PSM’deki bütün müzikallere hemen hemen hiç kaçırmadan gittim ama bu bambaşkaydı. Bilet için internet fiyatları çok pahalıydı. Times Square’deki bilet ofisindeki fiyat bir nebze daha ucuzdu ama ben bir gün öncesinden tiyatroya gidip yerinden aldım, hem de çok daha ucuza! Hatta gösterimden 1-2 saat öncesi gidip daha da ucuza bilet bulabiliyormuşsunuz. Ben gece dışarıya çıkmadığım için matinaya ancak bir kez gidebildim.
Broadway’de ara sokaklarda birçok tiyatro binası var ve onlarca çeşit de tiyatro ve müzikal. İnternetten eleştirileri, yorumları okuyarak karar verebilirsiniz.
Benim tercihim Chicago’ydu. Broadway’de 20 yıldan beri oynayarak en uzun süre devam eden müzikal unvanını taşıyor, hem de bol ödüllüymüş. Ben de bayıldım. Danslar, şarkılar, her şey harikaydı…
Salon ve sahne bu kadardı, bir de balkonu var. Ben balkonda en önde seyrettim. Sahnedekiler oyun sonrası hatıra resmi çeken seyirciler…
Burası SOHO’da bir dondurmacı. Siz malzemenizi seçiyorsunuz, onlar gözünüzün önünde yapıyorlar, yummy, yummy…
Bu foto dondurmaseverlere gelsin.
Dünyanın en etkileyici modern sanat kolleksiyonlardan birine sahip olan bu müzenin binası bence içinden daha etkileyici.
Modern Sanattan hoşlanıyorsanız kaçırmayın derim, gezmesi kolay ve eserler ilginç.
Müzede rastladığım bir Türk sanatçının İstanbul fotoğrafı
Otelime yakın olduğu için City Pass aldığımda ilk gittiğim yer aslında burasıydı. Rockefeller Binası 19 binadan oluşan 89.000 m2 yer kaplayan bir yapı kompleksi. 1928 yılında Columbia Universitesi arsayı Rockefeller Grubuna satmış. Ama meşhur olan 30 Rockefeller Center 70 katlı , 266 metre yüksekliğinde olan gökdelen. New York Kenti Koruma Komisyonu 1985 yılında burayı oy birliği ile kentin sembollerinden biri olarak ilan etmiş.
Yaz aylarında kafe olarak kullanılan bu alan kışları buz pateni pistine çevriliyormuş. 200 tane bayrak direği binanın çevresini süslüyor. Ulusal bayramlarda ve milli günlerde Amerika bayrakları oluyormuş ama normalde Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerin ve eyaletlerin bayrakları sergileniyor. New York’un ikonik dev noel ağacı da 1931’den beri burada ziyaret ediliyor.
Burası Art Deco tasarımcısı Raymond Hood liderliğindeki seçkin mimar ekibinin eseri. Otuzdan fazla sanatçının eserlerini fuayede, bahçelerde ve cephelerde görebiliyoruz.
67. ve 68. Katlarda Observation Deck’e giriyorsunuz ama asıl manzara, New York’u 360 dereceyle seyredeceğiniz yer 70. Kat. Burası 1933’den beri halka açıkmış.
Burası 365 gün saat sabah 8’den gece yarısına kadar açık. Gece manzarasının da süper olduğuna eminim.
Eğer Observation Deck’e merdivenle çıkayım derseniz 1215 basamakmış ama benim tavsiyem 42 saniyede asansörle çıkmanız.
İşte içinden çıkılmaz New York trafiği ve Times Square’e çok yakın M&M World.
Tam bir çikolata bağımlısı olarak M&M’e uğramadan olmazdı. Bu renkli düğme şeklindeki küçük şekerler o kadar da masum değiller sadece 0.91 gram ağırlığındalar ama 4.7 kaloriler. “Elinizde değil ağzınızda erir” sloganıyla 1941’den beri piyasada olan bu şekerlerin orjinali çikolata dolgulu olanıymış ve her gün ABD’de 400 milyondan fazla M&M (Mars&Murrie) üretiliyormuş.
Yine New York trafiği ve nerdeyse ilk defa bu şehirde gördüğüm trafik kural ihlalleri. Bu arada Hershey’s mağazasına uğramadan asla olmazdı.
Times Square belki de New York’un en popüler yeri. Broadway’le 7. Caddenin birleştiği nokta. Eski adı Longacre Meydanı olan Times Meydanı’nın adı, 1904 yılında New York Times gazetesinin yayımcısı işlerini buradaki gökdelenlerden birinde yürütmeye başlayınca değiştirilmiş.
Times Square’deki meşhur kırmızı merdivenler ve hemen arkasındaki Coca Cola reklamı. Bu merdivenlerin yanları ve altı TKTS olarak kullanılıyor yani Broadway oyunlarına bilet alabileceğiniz bilet gişeleri. 30 yıldan fazladır hizmet veren bu gişelerde 51 milyondan fazla bilet satılmış.
Eğer ben dijital veya neon ışıklarıyla ilan vereceğim diyorsanız yıllık 1.1 ila 4 milyon dolar arası bir para ödemek gerekiyormuş. İlk elektrikli ilan 1904 yılında buraya yerleştirilmiş.
Akşamüstü buraya masalar ve sandalyeler yerleştiriliyor. Times Square’de 40 tiyatro binası ve 50 tane de büyük boyutlu ilan tabelası varmış.
Bu bina ise 31 Aralık akşamı saat 12’de meşhur topun düştüğü yer. İlk top 31 Aralık 1907 yılında düşürülmüş.
Bu ise interactive bir billboard. Ekranın önünde duran kalabalıktan bir çift ya da birini seçiyor ve kalp içine alıyorlar “Love” yazısı ile birlikte.